KadınPod’un 11. bölümünde tek bir öncü kadının yaşamını değil, birçok kadının yaşamını kurtarmış ve kadına şiddetle mücadele konusunda öncü bir sözleşme olan İstanbul Sözleşmesi’ni ve sözleşme hakkındaki tartışmaları anlatıyorum.
Bu yazıyı podcast olarak dinlemek için:
*Alternatif dinleme linkleri yazının sonunda yer almaktadır.
İSTANBUL SÖZLEŞMESİ
''Yeni bölümün 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü’nün ertesi gününe denk gelmesi sebebiyle, bu bölüm sadece tek bir öncü kadının yaşamından değil, birçok kadının yaşamını kurtarmış ve hakkıyla uygulanırsa kurtarmaya da devam edecek, kadına şiddetle mücadele noktasında öncü bir sözleşme olan İstanbul Sözleşmesi’nden bahsetmek istiyorum.
Kadın cinayetleri ve kadına yönelik şiddet konusunda, maalesef her geçen gün daha da kötüye gidiyoruz. Türkiye’de şiddetten ölen kadınların anısını yaşatmak için kurulmuş dijital bir anıt olan ve her gün güncellenen Anıt Sayaç’ın verilerine göre, 2020 yılının ilk 11 ayında ölen kadın sayısı 353. 2019 yılında bu sayı 418. 2018 yılında 404 ve bu veriler 2008 yılına kadar gidiyor. Tüm bu tarihler arasında önemli ölçüde düşüşün yaşandığı tek bir yıl var. O da 2011 yılı. 2010 yılında şiddetten ölen kadınları sayısı 203’ken, 2011 yılında 128. Peki bu yılın önemi ne derseniz, İstanbul Sözleşmesi’nin imzaya bu yıl açılmış olması.
Tam adı ‘’Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi’’ olan sözleşme, 11 Mayıs 2011'de İstanbul'da imzaya açılmış olması nedeniyle kısaca "İstanbul Sözleşmesi" olarak biliniyor. Kadına karşı şiddeti bir insan hakkı ihlali ve ayrımcılık türü olarak tanımlayan, bağlayıcı nitelikte ilk uluslararası düzenleme olarak tarihe geçiyor. 1 Ağustos 2014 tarihinde de yürürlüğe giriyor.
İstanbul Sözleşmesi, kadına yönelik şiddet ve aile içi şiddeti önleme ve bununla mücadelede temel standartları ve devletlerin bu konudaki yükümlülüklerini belirleyen uluslararası insan hakları sözleşmesi olarak tanımlanıyor. Türkiye, 11 Mayıs 2011'de sözleşmeyi ilk imzalayan ve 24 Kasım 2011'de parlamentosunda onaylayan ilk ülke oluyor. Sonrasında 45 ülke ve Avrupa Birliği tarafından imzalanıyor ve imzacı ülkelerin 34'ünde onaylanıyor.
Hikayenin başlangıç kısmı bu şekilde. Hatırlayacağınız üzere, 2020 yılı İstanbul Sözleşmesi konusunda Türkiye’de önemli tartışmalara neden oldu. Daha doğru düzgün uygulanmamış olan sözleşmeyi lanetleyen ve imzanın çekilmesini isteyenlerle, acil uygulama talep eden ve sözleşmeden çekilinmemesi gerektiği savunan iki farklı taraf oluştu. Aslında bir üçüncü grup da vardı bu süreçte. İstanbul Sözleşmesi’ni bilmeyen ve ilk defa duyan grup. Bu tartışma yeni bir tartışma değil, fakat toplumun birçok kesimi 2020 yılından itibaren öğrenmeye başladı ve habersiz olarak tanımladığımız üçüncü grubun içerisindekilerin bir çoğu da 2020 yılında taraflarını seçtiler.
Savunanın neden savunduğunu anlatmama gerek yok, rakamlar ortada. Fakat karşı çıkanlar neden karşı çıkıyor? İşte burası önemli bir nokta. Bu noktayı da hakkıyla anlatabilmek için biraz sözleşmenin maddelerine bakmamız gerekiyor. Çünkü karşı çıkan grubun bazı maddelerle ilgili ithamları var. 81 maddelik sözleşmenin tamamını konuşmak tek bir bölümde mümkün olmasa da, ben hem önemli olduğunu düşündüğüm hem de tartışma konusu olan maddelere kısaca değineceğim.
İstanbul Sözleşmesi’nin en önemli özelliklerinden biri, ‘’toplumsal cinsiyet’’ kavramının ilk kez bir uluslararası sözleşmede kullanılmış olması. Geçen yıla kadar, her konuşmamda toplumsal cinsiyet kavramını sık sık kullanır ve genellikle herkes tarafından bilindiğini düşünürdüm. Ta ki, bir yüksek lisans dersimdeki sunumuma kadar. Sunum konum Reklamlarda Kadın Temsili’ydi. Böyle bir konuyu da, toplumsal cinsiyet tanımı olmadan akademik olarak açıklamak imkansız tabii ki. Sunumda yer alan cümlelerden biri de şu; ‘’Cinsiyet ve toplumsal cinsiyet kavramları günlük yaşamda sık sık kullanılan ve birbiri yerine kullanılsa da farklı anlamlara sahip olan iki farklı kavramdır. Toplumsal cinsiyet; kadın ve erkek arasındaki farklılığın biyolojik faktörlerin yanında toplumsal ve kültürel olarak oluşturulduğu anlamını taşır. Kadın ve erkeğin toplumsal olarak belirlenmiş rollerini, kişilik özelliklerini ve sorumluluklarını açıklar. Toplumsal cinsiyet kavramı biyolojik farklılıklarla birlikte ve bundan daha çok toplumun kadın ve erkek olarak bireyleri nasıl değerlendirdiği ve nasıl davranmasını beklediği ile ilgilidir. Dolayısıyla toplumsal cinsiyetin doğumla değil, belirli bir toplumsal ortamda yaşamak suretiyle oluştuğu söylenebilir.’’
Profesör olan hoca ‘’Sonunda biri toplumsal cinsiyeti doğru açıkladı. Sadece kadınlarla ilgili değil! Ama sadece onların lehine kullanılıyor ve sadece kadınlar bunun hakkında konuşuyor.’’ dedi. Böyle 2 saniye bir durdum, sonra anladım ne demek istediğini. Bu kavram kadınlar tarafından kadınların lehine, erkeklerin aleyhine kullanılıyor demek istiyor. Hiç kimsenin o hocanın anladığı şekilde anlattığını sanmıyorum ama bu konunun sıklıkla sadece kadınlar tarafından tartışılıyor olması zaman zaman böyle bir algının ortaya çıkmasına neden olabiliyor. Ayrıca zaten bunun sadece kadınların lehine bir şey olduğunu düşünüyorsanız, eşitsizliğin de sadece erkeklerin lehine işleyen bir şey olduğunu kabul ediyorsunuz demektir. Eşitsizliği yaşayan kadın, bunu konuşan kadın, konuşmasından rahatsız olunan yine kadın. Tabii ki, erkeklerde konuşsun, yazsın çizsin bu konu hakkında. Olması gereken de bu zaten. Ama baktığımız zaman birçok akademisyen, yazar ya da gazeteci erkeğin umrunda değil bu konu.
Şimdi ben bu anıyı neden anlattım? Çünkü başta bahsettiğim iki taraflı tartışmanın en önemli yeri de burası. Toplumsal cinsiyet kavramının sadece kadınlara güç kazandıran bir şey olarak düşünülmesi. İşte bu sebeple, İstanbul Sözleşmesi’nin karşısında duran grup bu sözleşmeyi ‘’kadın terörü’’ olarak tanımlayabiliyor. ‘’15 Temmuz’dan daha güçlü ve sinsi tehlike’’ diye başlıklar atabiliyorlar. Hatta ‘’Ailesiz toplum projesi’’ diyorlar.
O da yetmiyor yazılarında şöyle diyebiliyorlar; ‘’Kadını ve kadına yönelik şiddeti sömürerek, şiddeti erkeğe, çocuğa, aileye hatta tüm topluma yönelten İstanbul Sözleşmesi, ‘’kadınlara eşitlik’’ sloganının altına gizlenip insanın yaratılıştan gelen biyolojik kadınlık ve erkeklik cinsiyetlerini kabul etmiyor. Kurgulanmış lezbiyenlik, gaylik, biseksüellik ve translık gibi ahlaken sapkın eğilimleri, toplumsal cinsiyet eşitliği adı altında meşrulaştıran, bu sapkınlıkları yeni nesillere olumlu bir şeymiş gibi dayatan projeleri, TV programlarını, medya yönlendirmelerini, eğitim faaliyetlerini net ve protesto ediyoruz.’’
‘’Konu nereden nereye gitti?’’ dediğinizi duyar gibiyim ama üzgünüm tartışmanın özeti gerçekten bu şekilde. Peki İstanbul Sözleşmesi’nde ne yazıyor ve böyle bir anlam çıkabiliyor mu?
Sözleşmenin 3. maddesi Tanımlar kısmının ilgili bölümünde şu yazıyor;
- “toplumsal cinsiyet”, herhangi bir toplumun, kadınlar ve erkekler için uygun olduğunu düşündüğü sosyal anlamda oluşturulmuş roller, davranışlar, faaliyetler ve özellikler olarak anlaşılacaktır;
- “kadınlara karşı toplumsal cinsiyete dayalı şiddet”, bir kadına karşı, kadın olduğu için yöneltilen veya kadınları orantısız bir biçimde etkileyen şiddet olarak anlaşılacaktır;
- “mağdur”, a ve b fıkralarında belirtilen davranışlara maruz kalan herhangi bir şahıs olarak anlaşılacaktır;
- “kadın” terimi, 18 yaşından küçük kızları da kapsayacaktır.
Madde 4’ün ilgili kısmındaki bölüm de şu şekilde;
- Taraflar bu Sözleşme hükümlerinin, özellikle de mağdurların haklarını korumaya yönelik tedbirlerin, cinsiyet, toplumsal cinsiyet, ırk, renk, dil, din, siyasi veya başka tür görüş, ulusal veya sosyal köken, bir ulusal azınlıkla bağlantılı olma, mülk, doğum, cinsel yönelim, toplumsal cinsiyet kimliği, sağlık durumu, engellilik, medeni hal, göçmen veya mülteci statüsü veya başka bir statü gibi, herhangi bir temele dayalı olarak ayrımcılık yapılmaksızın uygulanmasını temin edeceklerdir.
Siz duyduğunuzda böyle bir anlam çıkarıyor musunuz? Bilmiyorum. Ben İstanbul Sözleşmesi’ne karşı olan yorumları okuduğumda genelinde eşitliğe olan inançsızlığı ve kadın nefretinin üstüne bir de LGBTİ nefretinin eklendiğini görüyorum. Bu ithamlara karşı da iki farklı savunma yapılıyor. Bir taraf ‘’İstanbul Sözleşmesi LGBT'leri de korur’’ diyor, diğer taraf ise ‘’Bu sözleşmenin eşcinsel yönelimlerin meşrulaşmasına sebep olduğunu iddia etmek ise en hafif tabirle kötü niyetliliktir’’ diyor. Ben de bu tartışmaya illa cevap vermem gerekiyorsa genelde ‘’Benim saçı uzun olduğu için, arkadan kadın sanılarak, tacize uğrayan erkek tanıdığım var.’’ diyorum. O da ne demek istediğimi anlayana..
Evet maddelerden devam edelim. Bakalım, 81 maddelik İstanbul Sözleşmesi’nin “Maksatlar” kısmında nelere yer verilmiş?
- Kadına karşı ve aile içi şiddeti önleme, kadınlara yönelik ayrımcılığı ortadan kaldırma, şiddet mağdurlarının korunması, mağdurlara yardım etmek için kapsamlı politikalar uygulanması, kadına karşı şiddete karşı uluslararası işbirliği yapmak, kuruluşların ve kolluk kuvvetleri birimlerinin birbiriyle etkili bir biçimde işbirliği yapmalarına destek ve yardım sağlamak.
Peki ne kadar kapsamlı bir sözleşme ve başka hangi konulara yer vermiş?
- Zorla kürtaj, zorla evlendirilme, kız kaçırma, tecavüzcü ile evlendirilmek, kadın düşmanlığı, flört şiddeti, psikolojik şiddet, taciz amaçlı takip, kadın sünneti, töre ve namus suçları, kız bebekleri öldürme, cinsel saldırı, cinsel şiddet, evlilik içi tecavüz, fuhuşa zorlama, insan ticareti, seks işçilerine yönelik şiddet ve ensest.
Tüm bunlara karşı önlem almayalım demek mümkün müdür?
Gelelim, ‘’Önleme’’ kısmında neler dendiğine..
- Kadınların daha aşağı düzeyde olduğu düşüncesine veya kadınların ve erkeklerin toplumsal olarak klişeleşmiş rollerine dayalı ön yargıların, törelerin, geleneklerin ve diğer uygulamaların kökünün kazınması amacıyla kadınların ve erkeklerin sosyal ve kültürel davranış kalıplarının değiştirilmesine yardımcı olacak tedbirler alınması,
- Özellikle gençler ve erkekler olmak üzere, toplumun tüm bireylerinin bu Sözleşme kapsamındaki her türlü şiddet olayının önlenmesine aktif bir biçimde katkıda bulunmasını teşvik etmeye yönelik gerekli tedbirlerin alınması,
- Sözleşme kapsamındaki her türlü şiddet eyleminin ortaya farklı şekillerde çıkışı ve bu eylemlerin çocuklar üzerindeki etkisi ve bu şiddet eylemlerinin önlenmesi ihtiyacı konusunda halk arasındaki farkındalığın ve anlayışın arttırılması için, düzenli olarak ve her düzeyde farkındalık arttırıcı kampanya ve programları yaygınlaştırmak,
- Tüm eğitim seviyelerinde resmi müfredata, kadın erkek eşitliği, toplumsal klişelerden arındırılmış toplumsal cinsiyet rolleri, karşılıklı saygı, kişisel ilişkilerde çatışmaların şiddete başvurmadan çözüme kavuşturulması, kadınlara karşı toplumsal cinsiyete dayalı şiddet ve kişilik bütünlüğüne saygı gibi konuların, öğrencilerin zaman içinde değişen öğrenme kapasitelerine uyarlanmış bir biçimde dahil edilmesi,
- Özel sektörü ve medyayı, bu sektörlerin ifade özgürlüğüne ve bağımsızlığına gerekli saygıyı göstererek, kadına yönelik şiddeti önlemeye ve kadın onuruna saygıyı arttırmaya yönelik politikaların oluşturulmasına ve uygulanmasına ve bu konularda kılavuzların oluşturulmasına ve kendi kendini düzenleyici standartların belirlenmesine katılmaya teşvik etmek
Sözleşmenin ‘’Hukuk’’ ve ‘’Soruşturma, kovuşturma, usul hukuku ve koruyucu tedbirler’’ kısmı da oldukça detaylı. Dediğim gibi, hepsini tek bir bölümde konuşmak maalesef mümkün değil. Ama umarım konuştuklarımız genel hatlarıyla size bir fikir vermiştir.
Tartışmaların en çok arttığı, Türkiye sözleşmeden çekilecek mi çekilmeyecek mi sorusunun sorulduğu ve tüm bu tartışmaların sonucunda birçok kişinin İstanbul Sözleşmesi’nden haberdar olduğu ve kamuoyunda desteğini arttırdığı 2020 Temmuz’unda şöyle demiştim; ''Kadının güçlenmesi benim bazı toplumsal dengelerimi bozuyor, çünkü tamamen erkeğin lehine işleyen bir sistem kurmuşuz'' diyemiyorlar da, ''İstanbul Sözleşmesi erkekleri köleleştiriyor'' diyorlar.''
Evet, benim çok özet bir şekilde düşüncem bu. İstanbul Sözleşmesi, bir şiddet düzenlemesinden çok daha fazlası. Çünkü kadınlık ve insanlık onurunun hukuksal bir anıtı. Daha tam anlamıyla uygulanmadan bu kadar ortalığı karıştırdıysa, bir de uygulansa neler olur tahmin edemiyorum. Ama iyi şeyler olacağı kesin. Unutmadan bir kez daha tekrarlayalım; ‘’İSTANBUL SÖZLEŞMESİ YAŞATIR!’’
Beni dinlediğiniz için teşekkür ederim. Bir sonraki bölümde görüşmek üzere!''
Alternatif Dinleme Linkleri
Google: http://bit.ly/3pXa0LA
Apple: http://apple.co/37eCrfo
1 YORUM BULUNMAKTA
Ayşenur Yazıcı
Ya merak ediyrum millet "eşcinsellikle "ilgili ne bulmuş bu sözleşmede gerçekten huni takacağım.. Nasıl kontr atak yapıp yok eşcinselliği özendiriyor dediler?? Yahu ınsan hakkı insaaan
YORUMUNUZU GÖNDERİN