KadınPod #10 | Duygu Asena

KadınPod podcast serisinin onuncu bölümünde “Kadının Adı Yok” diyerek adı olmayan kadınların sesi olmaya çalışmış, 80’li yıllardan itibaren kadın hareketinin öne çıkan isimlerinden biri olmuş, gazeteci ve yazar Duygu Asena’nın yaşamını anlatıyorum.

Bu yazıyı podcast olarak dinlemek için:

*Alternatif dinleme linkleri yazının sonunda yer almaktadır.


DUYGU ASENA

''Yıllar önce ‘’Kadının Adı Yok’’ diyen, eserleriyle adı olmayan kadınların sesi olmaya çalışmış bir kadın Duygu Asena. Hatta daha da ileri giderek, kadınların farkında bile olmadıkları şeyleri onlara söyleyen ve kadınlık bilincini artırmaya çalışan bir kadın. 

Türkiye’de 1980'li yıllardan sonra etkisini gösteren ikinci dalga feminizmin edebiyattaki öncülerinden biri sayılan Duygu Asena, eserlerinde kadınların erkek egemen toplum içinde yaşadığı eşitsizliklerden, baskılardan bahsetmiş ve kadınların hayatın her alanında özgür ve eşit olarak var olmaları için mücadele etmiştir. Yazdıkları yüzünden eleştirilse de, kitapları yasaklansa da fikirlerinden asla vazgeçmemiştir. Yaklaşık 40 yıl önce söylediği birçok şey bugün hala daha geçerliliğini korurken, kadın hareketi için sembol isimlerden biri olmaya devam ediyor.

Evet hazırsanız, bu güçlü kadının yaşamına daha yakından bakalım.

Duygu Asena, Nihal ve Muhtar Asena’nın kızı olarak 19 Nisan 1946’da, İstanbul’da dünyaya geliyor. Dedesi Ali Şevket Öndersev, Mustafa Kemal Atatürk’ün emir subaylığı ve CHP milletvekilliği gibi görevleriyle tanınmış bir isim. Duygu Asena’nın çocukluğuna baktığımızda tutucu ve baskıcı bir baba figürüyle büyüdüğünü ve bu durumun onu derinden etkilediğini görüyoruz.

Kendisi, çocukluğu ve babasının davranışlarıyla ilgili şu sözleri söylüyor; “Doğru olduğunu düşündüğümüz şeyleri yapabilmek için yalan söyleme hakkımızı kullandık kardeşim İnci’yle beraber. Daha küçükken denize gitmek, gündüz partilerine gitmek, biraz büyüyünce flört etmek, diskoteğe gitmek gibi… Büyük ablamızı üniversiteye bile göndermeyen babamı bu biçimde alt edebiliyorduk. İkimiz de üniversite sınavlarını kazandığımızda babamın, ‘Kazanacağınızı bilseydim sınava sokmazdım,’ deyişini unutmadık.”

Lise eğitimini Kadıköy Özel Kız Koleji’nde, üniversite eğitimini ise İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Pedagoji Bölümü’nde tamamlayan Duygu Asena, mezun olduktan sonra Haseki Hastanesi Çocuk Kliniği’nde pedagog olarak çalışmaya başlıyor. 1972 yılında da, Hürriyet Gazetesi’nde gazetecilik kariyerine adım atıyor. Gazetenin meşhur Kelebek ekinde ‘’Şirin’’ takma adıyla köşe yazıları yazıyor.

Üniversitenin son yılını okurken Gültekin Gürgen ile evlenen Duygu Asena, bir süre sonra eskisi gibi uyuşamadıklarını fark ediyor. O dönemde, gazetede kendisi gibi evli olan Murat adlı başka bir gazeteciye aşık oluyor. Bu durumu kocasına anlatıyor ve ayrılmak istediğini söylüyor. Murat da aynı şekilde eşiyle konuşuyor. Fakat konu mahkemelik oluyor ve dönemin Hürriyet Gazetesi genel yayın yönetmeni Nezih Demirkent, gazeteden beş kişiyi Duygu Asena’yı mahkemede ‘’hafif kadın’’ olmakla suçlamak için tanıklığa gönderiyor. Ancak, Gültekin Gürgen mahkemede “Eşim çok namuslu kadındır” diyerek yöneltilen tüm suçlamaları reddediyor.

Duygu Asena o dönem yaşadığı hisleri şu sözlerle anlatıyor;

“Gizli, yasak bir ilişki, ama her şey de ortada! Neredeyse herkesin gözü üstümüzde. Nezih Demirkent ikide bir çağırıyor beni, ‘Bırakacaksın’ diye masaya yumruğunu vuruyor. Bendeyse şöyle bir şey var. Hangi konuda, kim olursa olsun, birisi bana ‘Yapma’ derse, ben ısrar ederim; yapacağım! Bana bunu yasaklayamazsın. Kötü bir şey yapmıyorum. Aşk yüce bir şey ve seviyorum. Yalancılık da yapmıyorum, söylemişim her şeyi açıkça… O zaman sen bana neden karışıyorsun? Sadece Nezih Bey değil, çalışma arkadaşlarım, özellikle kadınlar bana tavır almaya başlamıştı. Bu daha kırıcı ve öfkelendiriciydi.”


Kendini anlatma mücadelesi verse de, bu durum gazeteden kovulmasına engel olamıyor. İşini kaybeden Duygu Asena, askerde olan eşinin yolladığı vekaletname ile boşanma sürecini de tamamlıyor. Hürriyet’ten ayrıldıktan sonra, bir süre Ayrıntılı Haber Gazetesi’nde muhabirlik, bir ajansta da metin yazarlığı yapan Duygu Asena, 1978 yılında Gelişim Yayınları’nda Genel Yayın Yönetmeni olarak göreve başlıyor. Kariyerinin en önemli dönüm noktalarından biri de tam bu dönemde gerçekleşiyor. Duygu Asena, 1 Aralık 1978 tarihinde yayın hayatına başlayan Kadınca Dergisi’ni kimselerin önceden tahmin edemediği bir seviyeye taşıyor. Gelişim Yayınları’nın kurucusu Ercan Arıklı, dergiyi başta klasik bir kadın dergisi olarak düşünüyor. Fakat Kadınca, kadın hareketi için çok önemli bir rol oynayarak Türkiye'de yayınlanan ilk popüler feminist kadın dergisi oluyor.

Duygu Asena, Kadınca dergisinin geldiği noktayı şöyle anlatıyor;

“Başlangıçta, 1980-1981’de daha feminizm lafı bile etmeden, ‘Çalışan Kadınlar Kendinizi Sömürtmeyin’ lafını kapağa çıkarttığım için Ercan Arıklı kızdı, karşı çıktı. ‘’Kadın özgürlüğü falan, ciddi şeyler bunlar, Batı’da az satar, burada hiç tutmaz, yapma böyle şeyler!’’ dedi. Ama baktı ki, biz o tarz gittikçe satışlar 17-18 binden 50-60 binlere tırmanıyor, sürekli tiraj alıyoruz, bir daha karışmadı.”

“Dergiye gelen mektuplardan biliyor, öğreniyorduk ki, birçok evde Kadınca Dergisi yasaklanmıştı. Babalar kızlarına, abiler bacılarına, kocalar karılarına yasakladılar Kadınca’yı. Yasal ve evet, ticari bir yayın yapıyorduk. Ama Anadolu’da çoğu evde, hatta büyük şehirlerde bile siyasi yayın muamelesi görüyorduk. Sansürleniyor, yasaklanıyorduk.”

Duygu Asena’ya feminizm ile nasıl tanıştığı sorulunca; annesinin yaşadıklarına içsel bir tepki olarak, farkında olmadan ve bilinçsizce olduğunu söylüyor. Yaşadığı bu tepkisel duruma, özel hayatında yaşadıkları ile ilgili gördüğü toplumsal baskı da eklenince gitgide haksızlık ve eşitsizliğe karşı mücadeleci birine dönüşüyor.

Kadın hareketi konusunda bilinçlenmesinde annesinin etkisini şu sözleriyle anlatıyor;

“Kızlar, annelerini izleyerek öğreniyor kadınlığı. Kimisi o gördüğü yoldan gidiyor, kimisi de ‘ben öyle olmayacağım’ diyerek kendi yolunu çiziyor. Ben ikincisini yaptım. Daha adını bilmediğim feminizmi, annemin yaşadıklarına içsel bir dürtüyle itiraz ederek benimsemiş olmalıyım. Bu bir tepki, bilinçli bir seçim değil.

“Annem Nihal Öndersev, bir biblo. Süs kadını. Kötü yanı şu ki, mutsuz. Bir kader kurbanı gibi, bir ömür boyu o mutsuzluğu yaşadı. Belki de benim kadınlık durumuna isyanım, onun bu mutsuzluğunu, çaresizliğini görmemle, anlamamla başlamıştır.”

Bir diğer dönüm noktası, 1987 yılında Kadının Adı Yok adlı ilk kitabının yayınlanması ile gerçekleşiyor. Duygu Asena’nın hikayeye paralel olarak aynı zamanda feminizmi de anlattığı bu kitap, Türkiye’de yeni bir dönemin başlangıcı oluyor. Çünkü bu kitapta, aile olgusunu çok detaylı bir şekilde irdelemeye başlıyor. Kitapta, muhafazakar bir babanın, eşinin sözünden çıkmayan bir annenin ve küçük yaşta cinsiyet ayrımcılığına maruz kalmış iki kız çocuğunun hikâyesi anlatılıyor. Kadın hareketinin öncü isimlerinden olan Şirin Tekeli kitabı, “Türkiye’nin ilk orijinal feminist manifestosu, bu kitap yalnızca bir kadının hikâyesi değil, bunun yanında kadınlara minimum kadınlık bilinci seviyesinde buluşmaları için yapılmış bir çağrı” olarak tanımlıyor.

Kadının Adı Yok, bir yıl içinde yaklaşık 40 baskı yaparak satış rekorları kırıyor. Hatta, aynı yıl Atıf Yılmaz’ın yönetmenliğinde filmi yapılıyor. Aynı kitabı gibi, filmi de çok önemli gişe başarılarına imza atıyor. Fakat 1988 yılına gelindiğinde, Başbakanlık Küçükleri Muzır Neşriyattan Koruma Kurulu tarafından zararlı bulunuyor ve kitabın satışı yasaklanıyor. Duygu Asena, dava açarak uzun çabalar sonucunda kitabını aklatıyor ve tekrardan satışa sunulmasını sağlıyor.

O dönem çevresinden aldığı tepkiyi ve yaşadığı üzüntüyü şu sözleriyle anlatıyor; “Kadın edebiyatçıların, yazarların yüzde doksanı, hakarete varan ifadeler kullandılar benim için, kitabım için. Dost olduklarım bile selamı kestiler. Kelebek’ten kovuluşumdaki iffetsizlik suçlamasını bir kere daha yaşıyordum adeta. Karşılaştığımız her yerde vebalıymışım gibi yüzlerini çeviriyorlardı.”

Duygu Asena kitabında Türkiye'de o güne kadar tabu olarak görülen konuları tartışmaya açarak, ataerkil toplumda kadına değer verilmeyişini kadın karaktere herhangi bir ad koymayarak simgeleştiriyor. Kadınların kaderlerine boyun eğmemesi gerektiğini, kendilerine sunulan yaşama biçimini kabullenmemelerini ve erkeğe bağımlı hale gelmemelerini söyleyen ‘’Kadının Adı Yok’’ kitabı içindeki birçok sözle aslında bir isyan ve farkındalık kitabı. O sözlerden bir tanesini de sizlerle paylaşmak istiyorum;

‘’Anlamıyor musunuz siz, kendim olmak istiyorum, kendi adımla anılmak istiyorum ve erkeklerden, evlilikten yalnızca dostluk bekliyorum. Dostluk da saygıda eşitlikle olur, anlamıyor musunuz, eşitliğin olmadığı yerde ikisi de yok.’’

Kadının Adı Yok kitabının devamı olan Aslında Aşk Da Yok, 2 yıl sonra 1989 yılında yayınlanıyor. İlk kitabın devamı niteliğinde olan bu kitapta, kadın karakterin hayatının nasıl devam ettiğini anlatıyor. ‘’Bu ülkede özellikle kadınlar hep kaderlerine razı oldu. Savaşmak diye bir olay akıllarının ucundan geçmiyor.’’ diyerek isyan etmeye devam ederken, evlilikler, çalışan kadın olmak ve erkeklik üzerine önemli tespitlerde bulunuyor.

‘’Çalışmak istiyor ama kocası istemediği için çalışmıyor, arkadaşına gitmek istiyor, kocası istemediği için gitmiyor. Sinemayı seviyor, kocası sevmediği için gidemiyor, yazmak istiyor, kocası istemediği için yazmıyor, mini etek giymek istiyor, kocası istemediği için giymiyor.. Bir insan, bir şeyler istiyor ama başka bir insan onu engelliyor. Bunun adını da evlilik koymuşlar, yuva demişler.’’ diyerek dönemin evliliklerine atıf yapan Duygu Asena, ‘’başarılı’’ olmak için üst düzey özveride bulunan kadınları da şu cümleleriyle anlatıyor; "Derginin birinde başarılı kadınlarla söyleşi yapmışlar... Başarılı kadınlar... İşyerlerinde erkeklerin üç katı çalışmak zorunda kalıp, başarılı oldukları iş yerlerinden akşamüstü bel ağrılarıyla çıkıp sabah anneannelerine bıraktıkları çocuklarını alıp, köşebaşındaki markete uğrayıp mutfağın eksiklerini düşünüp, eve gelip yemek yapıp, televizyonun karşısında uyuklayan kocalarından aşk dilenerek yataklarına yorgun yatan kadınlar... "

Aynı kitapta, toplumun dayattığı erkekliğe de meydan okuyan Duygu Asena şu cümleleri yazıyor; “Erkekler erkekçe davranışlarından ne zaman vazgeçecekler acaba? Şu kadınca dedikleri davranışlardan üç beşine sahip olsalar, çok daha huzur ve barış içinde yaşardık. Erkek gibi olmak, erkek gibi davranmak, ağlamamak, üzüntüyü göstermemek, kaçmak mı? Buyurun… Yolunuz açık, kaçın…”

13 öykü, bir masaldan oluşan Kahramanlar Hep Erkek adlı kitabı, 1992’de yayınlanıyor. Toplumun dayattığı rollerle kuşatılmış kadınlar ve daha imtiyazlı hayatlar sürmüş erkekler arasında ilişkinin anlatımı aslında bu kitap. Farklı mesleklerden, eğitim düzeylerinden gelen kadınların, eşleri ya da sevgilileri ile olan çatışmalarını anlatıyor.

Duygu Asena, 1992 yılları 1997 arasında, TRT 2’deki ‘’Ondan Sonra’’ programını hazırlayıp sunuyor. Aynı zamanda, Cumhuriyet, Yarın, Habertürk ve Vatan gazetelerinde köşe yazısı yazmaya da devam ediyor. Aynada Aşk Vardı, Değişen Bir Şey Yok, Aslında Özgürsün, Aşk Gidiyorum Demez ve Paramparça adlı 5 kitap daha yazıyor.

2005 yılında, Türkiye Gazeteciler Cemiyeti tarafından verilen Türkiye Gazetecilik Başarı Ödülleri'nde Nezih Demirkent Özel Ödülü'ne layık görülüyor. Kusura bakmayın. Bazen böyle şeylere gülmeden edemiyorum. Aslında buradaki ironik durum hayatımızın her anında karşımıza çıkıyor. Karma mı desek, ne desek? Evet. Duygu Asena, zamanında kendisini gazeteden kovduran ve aleyhine tanıklık yaptıran kişi adına verilen ödülü kazanıyor.

30 Temmuz 2006 günü, beyin tümörü hastalığı nedeniyle tedavi gördüğü Amerikan Hastanesi’nde hayatını kaybediyor. Ölümünden sonra, Doğan Kitap ve PEN Türkiye Merkezi tarafından adına düzenlenen ödüllerle anılmaya devam ediyor.

Aslında, Türkiye kendisini ve verdiği mesajları her kadın cinayetinden sonra acı bir şekilde anmaya devam ediyor. 2020 yılında bile, insanlar ‘’Kadının Adı Yok’’ diyerek sosyal medyada tepkilerini göstermeye devam ediyorlar. Son yılların en önemli ve en aciliyetle çözüme kavuşturulması gereken konularından biri olan kadın cinayetleri ve kadına yönelik şiddet konusu, bugün hala kendisinin sözleriyle protesto edilebiliyorsa bu zamanında ne kadar önemli mesajlar verdiğini gösterir.

Bugün kütüphanemde ‘’Kadının Adı Yok’’ kitabının ilk baskısı var. Annemin Ayla halasının kütüphanesinden anneminkine, annemden de benim kütüphaneme geçmiş bir kitap. Yani, bizim ailede nesilden nesile miras kalmış bir isim Duygu Asena. Bu yüzden, benim için manevi değeri oldukça yüksek. Aynı zamanda, kadın hareketinin nesilden nesile miras kaldığının ve bu şekilde güçlendiğinin ülkemizdeki en önemli sembollerinden biri.

Bu bölümü de kendisinin hayata dair bir sözüyle bitirelim, aklımızın bir köşesinde kalsın.

"Bunca yıllık yaşamımda bir tek şunu öğrendim. Şu reçeteyi; mutlu olmadığın ortamdan kaç git. Bunun için de güçlü ol, kendi kendine yet."

Beni dinlediğiniz için çok teşekkür ederim. Bir sonraki bölümde görüşmek üzere!''


Alternatif Dinleme Linkleri

Google: http://bit.ly/2UIYGnT

SoundCloud: http://bit.ly/3lMVhQS

YORUM YAPILMAMIŞ

YORUMUNUZU GÖNDERİN