KadınPod podcast serisinin altıncı bölümünde, pes etmek yerine yaşadığı tüm zorlukları bilgeliğe dönüştüren Maya Angelou’yu anlatıyorum. “Bir kadın ne zaman kendi sesini duyurmak için ayağa kalksa, planlamamış olsa bile, tüm kadınlar için de ayağa kalkmış olur.” diyen Angelou, sizin de sesiniz olabilir.
Bu yazıyı podcast olarak dinlemek için:
*Alternatif dinleme linkleri yazının sonunda yer almaktadır.
MAYA ANGELOU
"İçinizde anlatılmamış bir hikâye taşımaktan daha büyük bir eziyet yoktur.." diyor Maya Angelou. Gerçekten de öyle. İçinizde çıkmak üzere çırpınan bir hikâyeyi anlatabiliyorsanız şanslısınız. Hikâyenizi dinleyenler ve ondan ilham alanlar varsa daha da şanslısınız. İşte, Maya Angelou da böyle bir kadın. Hayatındaki bütün şanssızlıkları, şansı haline getirebilmiş bir kadın.
Sadece ırkçılıkla değil, toplumsal cinsiyet eşitsizliğiyle de sonuna kadar savaşmış bu kadınla ilk tanıştığımda üniversiteye yeni başlamıştım. “Kızıma Mektuplar” ve “Annem ve Ben” isimli kitapları, altını çizdiğim cümlelerle dolu. Toplumsal cinsiyet eşitliği mücadelesinde kendime motto edindiğim en önemli cümlelerden biri, yine kendisine ait.
“Bir kadın ne zaman kendi sesini duyurmak için ayağa kalksa, planlamamış olsa bile, tüm kadınlar için de ayağa kalkmış olur.”
Önceki bölümlerde anlattığım her kadının hikâyesinde kendi hayatlarınızdan birşeyler bulduğunuzu biliyorum. Aslında, bu da Maya Angelou’nun sözünü doğruluyor. Hazırsanız, kendi sesini duyurmak için ayağa kalkan ve birçok kişinin sesi olan bu cesur kadının yaşamını anlatmaya başlayayım.
1928 yılında St.Louis’de doğan Maya Angelou, oldukça zor bir çocukluk dönemi geçiriyor. Angelou’nun annesi ve babası o daha 3 yaşındayken boşanıyorlar. Bu sebeple, boşanmanın ardından erkek kardeşiyle birlikte babaannesinin yanına taşınmak zorunda kalıyorlar. Afro-Amerikan olmasından dolayı, Angelou çocuk yaşlarından itibaren ırkçılığa ve ayrımcılığa maruz kalıyor. 8 yaşındayken de, annesinin erkek arkadaşı tarafından cinsel istismara maruz kalıyor ve tecavüze uğruyor. Çocuk yaşlarında yaşadığı bu olaylar üzerine şiddetli bir travma geçiren Angelou konuşmayı bırakıyor ve 5 yıl boyunca hiç konuşmuyor.
Sonrasında bu sessiz çocuk, şarkı söyleme, dans ve tiyatro gibi konularda oldukça yetenekli olan genç bir kadına dönüşüyor. Profesyonel tiyatro seçmelerine katılma ve dans dersleri alma süreci 16 yaşında anne olmasıyla birlikte kesintiye uğruyor. Ardından, San Diego’ya taşınıyor ve burada hayatını idame ettirebilmek için gece kulüplerinde garsonluk yapmaya başlıyor. Bu tarz yerlerdeki uyuşturucu ve fuhuş sorunlarıyla sürekli uğraşmak zorunda kalan Angelou, bir süre sonra para kazanabilmek için striptiz kulüplerinde de dansçı olarak çalışmaya başlıyor. Hayatının en büyük fırsatlarından birini de oldukça ironik olacak bir şekilde burada yakalıyor ve bir tiyatro grubu tarafından keşfediliyor. Seçmelere girmesi ve seçilmesinin ardından, 1954 yılında 22 ülkeyi dolaşacak olan büyük bir turneye katılıyor.
1959’da New York’a taşınıyor ve dönemin önde gelen siyahi yazarlarıyla arkadaş olmaya başlıyor. Bu dönem aynı zamanda yükselen sivil haklar hareketine ilk dahil olduğu dönem. Sonrasında ise dünyayı daha farklı bir şekilde tanıma dönemi geliyor. İlk olarak 1961’de Mısır’a taşınıyor ve orada editörlük yapmaya başlıyor. Oğlunun Gana’da bir trafik kazasında yaralanmasının ardından ona bakmak üzere Gana’ya yerleşiyor ve burada da çeşitli dergilerde editörlük görevi üstleniyor. Kaleminde ve kişisel gelişiminde, Afrika kültürünü öğrenmesinin ve orada geçirdiği yılların oldukça etkili olduğunu söyleyebiliriz.
Aynı zamanda, Gana’da pan-Afrikanizm üzerine çalışma yapan bir topluluğa katılıyor ve burada Malcolm X’in fikirlerinden etkilenerek kendisine yakınlaşmaya başlıyor. Malcolm X, siyahi bir siyasetçi ve insan hakları savunucusu. Bugün hala daha etkisi oldukça fazla olan bir isim. Pan-Afrikanizme gelecek olursak, tüm siyahi/Afrika kökenli insanların, etnisite, kültür veya milliyetleri gözetilmeksizin birleşmesini amaçlayan bir hareket olarak özetleyebiliriz.
Angelou, 1964'te Amerika Birleşik Devletleri'ne döndükten sonra Malcolm X'in örgütlenmesine de yardım etmeye başlıyor. Fakat kurulan teşkilat Malcolm X’in ertesi yıl suikasta uğrayarak öldürülmesinin ardından dağılıyor.
Bu dönemin ardından, kendi çocukluğunu ve yetişkinlik çağlarını anlatan otobiyografilerini kaleme almaya başlıyor. 1969 yılında yayınlanan “Kafesteki Kuş Neden Şakır, Bilirim’’ adlı ilk otobiyografisinde 17 yaşına kadar olan hayatını anlatıyor. Kitabın yayınlanması ile birlikte Angelou’nun kendi hayatını açık açık tartışmaya başladığını söyleyebiliriz. Yedi ciltlik dizinin birincisi olan bu kitap, güçlü bir karakterin ve edebiyata olan tutkunun ırkçılık ve travmaların üstesinden nasıl gelebileceğini anlatıyor. Angelou tam da bu sebeple, özellikle siyahilerin ve kadınların sözcüsü haline geliyor. Siyahi kültürünün savunuculuğunu yapıyor. İlk zamanlarda Amerika’daki bazı kütüphaneler kitaplarını yasaklamak isteseler de, çalışmaları özellikle üniversitelerde çok yaygın olarak okutulmaya başlanıyor.
Bahsettiğim kitaptan iki tane alıntıyı da sizlerle paylaşmak istiyorum.
‘’Siyahi olmak korkunç bir şeydi ve hayatım üzerinde hiç kontrolüm yoktu. Çocukluktan itibaren, kendimi savunma şansım olmadan, rengimden dolayı yapılan suçlamaları sessizce dinlemek zorunda bırakılmam çok gaddarcaydı.’’
Çocuk yaşlardan itibaren ırkçılığa maruz kalan Angelou bunu dile getirdiği gibi başka bir cümlesinde de siyahi kadınlar için ayrı bir parantez açıyor.
‘’Siyahi kadınlar tamamen kontrolleri dışındaki durumların saldırısına uğrar ve aynı zamanda erkek önyargısı, beyazların mantıksız nefreti ve siyahilerin güçsüzlüğü arasında üç taraftan yaylım ateşinde kalırlar. Amerikalı siyahi kadının güçlü bir karakter geliştirmesi çoğu zaman hayret, nefret ve hatta saldırganlıkla karşılanır.’’
Maya Angelou’nun birçok cümlesinde siyahi ya da siyah feminizm olarak bilinen akımın izlerini de görebiliyoruz. Siyah feminizm, cinsiyetçiliğe ek olarak, sınıf baskısı ve ırkçılığın da kadınları etkilediğini savunur. Bu üç baskının siyahi kadınlara, beyaz ve varlıklı kadınlardan çok daha fazla eşitsizlik getirdiğini söylerler.
Tam bu noktada Maya Angelou’nun başka bir sözünü de sizlerle paylaşmak istiyorum.
“Hayatları boyunca beyaz olan, bir şekilde zengin, faturaları ödenen tüm beyaz kadınlar herkesin kendileri gibi olduğunu sanıyorlar. Benim iki işim var, buna rağmen anca geçinebiliyorum ve elimden gelenin en iyisini yapmaya çalışıyorum.”
1970’lerden itibaren devam eden sonraki yirmi yıl boyunca, Angelou yazmaya devam ediyor. Yedi tane otobiyografisi, üç tane denemesi, birkaç tane de şiir kitabı yayınlanıyor. 1981 yılında Wake Forest Üniversitesi'ne Amerikan Çalışmaları Profesörü olarak atanıyor. Sivil haklar mücadelesinde oldukça aktif bir şekilde yer almaya devam ediyor. 1990’lardan sonra birçok önemli konuşma yapıyor. 1993 yılında, kendi şiirlerinden birini başkan Bill Clinton’ın göreve başlama töreninde okuyor. 3 Grammy ödülü, Amerika Birleşik Devletleri Ulusal Sanat Madalyası, Lincoln Madalyası, ayrıca ABD’nin sivillere verilen en yüksek ödülü olan Özgürlük Madalyası ile onurlandırıldığı 86 yıllık bir yaşamın ardından, 2014 yılında yaşama veda ediyor.
Yaşadığı birçok zorluk yüzünden pes etmek yerine tüm o zorlukları bilgeliğe dönüştüren Angelou, bilge bir kadın olmayı şöyle tanımlıyor; “Bilge bir kadın kimsenin düşmanı olmayı istemez; bilge bir kadın birinin kurbanı olmayı reddeder.”
Kendi hikâyesini anlatmak üzere ayağa kalkan ve sonrasında tüm kadınların sesi olan Maya Angelou, “Kızıma Mektuplar” isimli kitabının önsözünü de şu şekilde bitiriyor; “Ben bir çocuk doğurdum, bir oğlan ama binlerce kızım var. İçinizde Siyah, Beyaz, Yahudi, Müslüman, Asyalı, İspanyol ve Kızılderili var. Kiminiz şişman, kiminiz zayıf, güzel ya da çirkin, eşcinsel ya da değil, eğitimli ya da okumamışsınız ve ben hepinize sesleniyorum.”
Bir yazarı en iyi anlatan şeyin kaleminden dökülen yazılar olduğunu düşünerek, bu bölümü Maya Angelou’nun kendi gençliğine yazdığı mektup ile bitirmek istiyorum.
“kendi başına olmayı çok istiyorsun. kimsenin sana gece saat kaçta ayakta olman gerektiğini ya da nasıl bebek büyüteceğini söylemesini istemiyorsun. annenin büyük ve konforlu evini terk edeceksin ve kimse seni durdurmayacak, çünkü o seni çok iyi tanıyor.
ama onun dediklerini bir dinle:
kapımdan çıktığın an, kimsenin seni büyütmesine izin verme-
zaten sen büyüdün.
yanlış ile doğruyu ayırabiliyorsun.
her türlü ilişkinde uyum sağlamak ve uyarlanmaya hazır olmalısın.
şunu iyi hatırla, eve istediğin zaman geri dönebilirsin.
dünya seni yere serdiğinde, eve tekrar geleceksin – ya da dünyanın ta kendisi yüzünden çöktüğünde. ama bunu 2-3 haftada bir yaşayacaksın. annen seni şımartıp karnını en sevdiğin yemeklerle, kırmızı fasulyeler ve pirinç ile doyuracak. eve dönüşünün birkaç provasını yapacaksın, böylelikle seni tekrar özgür bırakabilir – en güzel hediyelerden biridir bu – sana vereceği cesareti iyi besleyerek.
cesur ol ama gözü kara değil.
tüm benliğinle, gururla yürü..
maya
Beni dinlediğiniz için teşekkür ederim. Bir sonraki bölümde görüşmek üzere!''
Alternatif Dinleme Linkleri
Apple Podcast’ler: http://apple.co/37v14Gx
Google Podcasts: http://bit.ly/2IW02sY
SoundCloud: http://bit.ly/3oiMmZl
YORUM YAPILMAMIŞ
YORUMUNUZU GÖNDERİN