KadınPod podcast serisinin beşinci bölümünde, İngiltere Kralı 8. Henry ve erkek varis veremediği için idam ettirdiği eşi İngiltere Kraliçesi Anne Boleyn’in kızları I. Elizabeth’in yaşamını anlatıyorum. Çocukluğu babasının erkek varis beklentisi içinde geçen I. Elizabeth’in Britanya İmparatorluğu’na altın çağını yaşatacak olan hükümdara dönüşme hikâyesi önemli dersler barındırıyor.
Bu yazıyı podcast olarak dinlemek için:
*Alternatif dinleme linkleri yazının sonunda yer almaktadır.
I. ELIZABETH
Bu bölümde 1500’lü yılların İngiltere’sine gidiyoruz. ‘’Üzerinde güneş batmayan imparatorluk’’ olarak bilinen Britanya İmparatorluğu’nun altın çağı olarak adlandırılan dönemde yaşanılanlara özellikle kulak vermeniz gerektiğini düşünüyorum. Her ne kadar genellikle ‘’Kraliçe Elizabeth’’ denildiğinde hala yaşamakta ve hüküm sürmekte olan II. Elizabeth akla gelse de, bu bölümde I. Elizabeth’in yaşamını konuşacağız.
Kendisi, sevdiği kadınla evlenebilmek için ülkesini Katolik Kilisesi’nden çıkarıp İngiltere Kilisesi’ni kuran, sonra da tahta erkek varis veremediği gerekçesiyle eşini idam ettiren bir babanın çocuğu.. Daha da önemlisi, İngiliz İmparatorluğu’nun kendisine altın çağını yaşatan kraliçesi.. Erkek çocuk merakıyla yanıp tutuşan, kız çocuklarına her türlü ayrımcılığı uygulayan ebeveynlere tarih çok kez gerekli cevapları vermiş. Fakat bence, bu cevapların en görkemlisi tam 461 yıl önce verilmiş. Yani, 1559’da I. Elizabeth tacını giydiğinde..
I. Elizabeth’in güçlü hikâyesini anlatmaya, öncelikle anne ve babasının evlilik sürecinden başlamak gerekiyor. Altı kez evlenmesi ve İngiltere'yi Roma Katolik Kilisesi'nden ayırarak Anglikan Kilisesini kurması ile tanınan 8. Henry’nin Aragonlu Catherine ile yaptığı ilk evliliği bir türlü istediği erkek varise ulaşamaması nedeniyle oldukça sıkıntılıydı. 24 yıl süren evliliklerinde, çiftin birçok çocukları doğsa da, bunlardan ancak biri çocukluğuna erişebilmiş, diğerleri 1 yaşına basmadan önce vefat etmiştir. Yaşayan tek çocuğun da Prenses Mary olması babası için büyük bir sorun olmuştu.
Tam bu dönemde, 8. Henry Anne Boleyn ile tutkulu bir aşk yaşamaya başlamıştı. Dönemin diğer kadınlarının aksine kendine güvenli ve kararlı tavırları olan bu kadın, kralın çok hoşuna gidiyordu. Hatta, adeta gözünü kör edecek dereceydi. Neden? Çünkü evlilik fikrinin yavaş yavaş oluşması, İngiltere için oldukça sancılı bir süreci de beraberinde getirdi. Kral, Anne Boleyn'e olan aşkının da etkisiyle, Catherine'in erkek çocuk doğuramayışının sebebinin evliliklerinin lanetli olmasından kaynaklandığını söylüyor ve evliliğini sonlandırmak istiyordu.
Fakat, aynı zamanda Catherine'nin yeğeni olan İspanya İmparatoru 5. Karl, Henry'nin bu isteğine şiddetle karşı çıktı. Kilisenin de bu boşanmayı onaylamıyor oluşu kendisinin en büyük kozu haline gelmişti. Yaklaşık altı yıl boyunca boşanmak için uğraşan Henry, en sonunda meşhur İngiliz Reformu ile birlikte İngiltere’yi Katolik Kilisesinden ayırarak İngiliz kilisesini kurdu ve ilk evliliğinin geçersiz olduğunu ilân etti.
Boşanmanın ardından, 1533 yılında Anne Boleyn ile evlendi ve Anne 1 Haziran 1533 tarihinde İngiltere kraliçesi ilan edildi. 3 yıl süren evlilikleri boyunca, sağ kalan tek çocukları I. Elizabeth oldu. Elizabeth’in doğumu adeta yaşamının ne kadar zorlu geçeceğinin göstergesi gibiydi. Babası erkek çocuk beklediği için yine hayal kırıklığına uğramıştı ve Elizabeth doğduğunda teni bembeyaz olduğu için, hayalet olduğu gerekçesiyle öldürülmek istenmişti. Küçük kızın annesinin çabalarını sonucunda ölümden kurtarıldığı söylenir.
Anne, kralın ilk evliliğinden olan, Aragonlu Catherine'in kızı Mary'nin tehdit oluşturabileceğini düşünerek ilk önce onu saraydan uzaklaştırdı. Ardından ilk düşüğünü gerçekleştirdi. Kralın bu düşükten sonra kendine yeni metresler edinmesi, Anne'in sinirlenmesine ve kralın üzerine gitmesine neden olmaya başladı. Henry ise bu durumu pek önemsemiyordu açıkçası. İlerleyen zamanlarda, kralın mızrak dövüşlerinde attan düşüp yaralaması ve o dönemde hamile olan Anne'in ikinci düşük yapması, Henry'nin evliliklerinin bir büyü eseri gerçekleştiğine inanmasına neden olmuştur. Çünkü, bir türlü erkek bir varise sahip olamıyordu. Ardından, ensest, zina ve vatan hainliği gibi kanıtlanmamış birçok suç gerekçesiyle Anne tutuklanarak Londra Kulesi'ne kapatıldı. Kendisine ölüm cezasının verilmesinin ardından kafası kesilerek idam edilen Anne, tutuklandıktan sonra kızı Elizabeth'i bir daha hiç göremedi.
I. Elizabeth’in iniş çıkışlarla dolu hayat hikâyesi de aslında tam olarak bu noktada başlıyor. 3 yaşındayken annesinin zina yaptığı gerekçesiyle idam edilmesi üzerine gayrimeşru evlat durumuna düşüyor ve bundan dolayı da o günlerde tahta çıkması imkânsız hale geliyor. Fakat babasının üçüncü evliliğinden dünyaya gelen 6.Edward 9 yaşında tahta geçmek zorunda kaldığında, bir şekilde Elizabeth'in prensesliğini tekrar meşru hale getiriyor. Bunu kendi isteğiyle yapıp yapmadığı merak konusu. Fakat yaşı göz önüne alındığında, arkada bir takım taht oyunlarının döndüğü ihtimali daha çok öne çıkıyor.
Edward’ın tahta geçtikten birkaç yıl sonra genç yaşta ölmesi üzerine, tahta kimin geçeceği daha da problemli bir hal almaya başlıyor. Babasının vasiyetine göre Edward’dan sonra tahta geçecek kişi ilk evliliğinden doğan Prenses Mary olmasına rağmen, tahta türlü oyunlarla birlikte 8. Henry’in kardeşinin torunu Jane Grey geçiyor. Kendisinin taht macerası ise sadece 9 gün sürüyor. Ardından Katolik Prenses Mary, türlü isyanlar sonucunda Protestan Jane’den tahtı geri almayı başarıyor. Mary, ilk olarak Jane’i idam ettirmeyi düşünmese de, ardından başlayan Protestan isyanı sonucunda idam kararını almak zorunda kalıyor. Mary bu süreçte en yakınındakileri bile yargılatmaktan çekinmiyor ve adeta bir Protestan avı başlatıyor. Bu dönem, aynı zamanda Mary ve Elizabeth’in arasının da gitgide açılmaya başladığı bir dönem. Kraliçe ile aralarındaki fikir ayrılıklarının sonucunda, I. Elizabeth sarayda daha fazla hor görülmeye başlanıyor.
Mary, bu olaydan sonra İspanya Prensi Felipe ile evleniyor. Birkaç ay içinde de, halka kraliçenin hamile olduğu duyuruluyor. Fakat beklenen bebek bir türlü gelmiyor. Sonrasında da, hamileliğin yalancı gebelik olduğu ve kraliçenin yumurtalık kanseri olduğu anlaşılıyor. Krallığa bir veliaht verememesi, kendisinden sonra tahta Protestan bir prenses geçmesi olasılığı ve kocasının kendinden uzaklaşmasının verdiği üzüntü ile Mary’nin hastalığı kısa bir süre içerisinde ilerliyor ve hayatını kaybediyor.
Bu ölümün ardından, tahta en sonunda Protestan Prenses Elizabeth geçiyor. Hiç zaman ve güç kaybetmek istemeyen Mary'nin kocası II. Felipe, Elizabeth ile evlenmek istese de, Elizabeth tabii ki bu evliliği kabul etmiyor. İlk olarak kendini İngiltere kilisesinin yöneticisi seçtiriyor ve ülkeyi yeniden Protestan döneme döndürüyor. Bunun sonucunda da birçok suikastla burun buruna geliyor.
Taht mücadelesi sebebiyle, İskoçya ile sıkıntılı bir sürece giriliyor. Elizabeth, Katolik İskoçya'ya karşı protestan lordları destekliyor ve verdiği desteğin deşifre olmasının ardından İngiltere İskoçya ile savaşa giriyor. İskoçya'nın başında Elizabeth’in tacının kendi hakkı olduğunu söyleyen bir isim var. Bu isim, Elizabeth'in babasının kız kardeşi Margaret Tudor'un küçük torunu Mary Stuart. Yani, Elizabeth başka bir Mary ile tekrar bilek güreşine oturmak zorunda kalıyor diyebiliriz. Fakat Mary’nin çalkantılı taht süreci, İngiltere tahtını ele geçirmek için başlattığı hareket ve I. Elizabeth'e yapılan başarısız suikast girişiminden sonra idam kararının çıkmasıyla son buluyor.
O dönemde, siyasetin en kilit noktalarından biri büyük rakiplere karşı büyük müttefikler elde etmek olarak görülüyordu. Bu müttefikleri elde etmenin yolu ise genellikle farklı hanedanlar arasında gerçekleşen evliliklerden geçiyordu. Fakat Elizabeth, sevmediği bir erkekle evlenmeyi ömrünün sonuna kadar reddeden bir kraliçe olmuştu. Hatta bu kararı, onun ‘’Bakire Kraliçe’’ olarak anılmasını sağladı. Kendisine yönelik gelen evlilik sorularına ‘’Ben ülkemle evliyim.’’ diye cevap veriyordu.
Elizabeth’in neden evlenmediğine dair yıllarca çok farklı teoriler ortaya atılmış. Bazıları kendisinin erkek olduğunu bile öne sürmüş. Fakat bence en mantıklı teori, babasının annesine olan ihaneti sonucunda Elizabeth’in erkeklere son derece güvenemez bir hale gelmesi. Ayrıca, Elizabeth’in elinde çok büyük bir güç tuttuğunu da unutmamak gerek. Onunla evlenmek isteyen erkeklerin aslında tahtın gücünü istediğini ve bunun İngiltere için çok kötü sonuçlar doğurabileceğini düşünecek kadar zeki bir kadından bahsediyoruz. Kendi bağımsızlığına, ülkesinin bağımsızlığı kadar değer veriyordu.
Çoğu tarihçiye göre, kendisi Anglikan kilisesinin annesi sayılıyordu. Din konusunda her zaman nötr bir siyaset izlemişti. Bunun en büyük sebebi ise o zamana kadar ülkede din yüzünden çok fazla karışıklık çıkmasıydı. Hem Protestanları hem de Katolikleri mutlu edecek yeni dini yasa arayışları olsa da, bu girişimleri başarıyla sonuçlanamadı. 1588 yılında II. Felipe'nin İngiltere seferinde, dönemin en büyük ve en güçlü deniz filosu olan İspanyol Armada'nın İngilizler tarafından yakılması, I. Elizabeth'in isminin günümüze kadar gelmesini sağlayan en önemli zaferlerinden biri olmuştur. Sadece yönetmekle kalmıyor, aynı zamanda askeri zaferler de elde ediyordu. Tahmin edebileceğiniz üzere, o dönemin hükümdarları için en önemli güç göstergesi savaşlarda alınan galibiyetlerdi. Ayrıca, Elizabeth sanata da çok önem veriyordu. Sarayı müzisyenlerin, şairlerin, ressamların ve oyun yazarlarının hiç eksik olmadığı bir saraydı. Bu sanatçıların arasındaki en ünlü isim ise William Shakespeare’di. Elizabeth, Shakespeare’in oyunlarına bayılıyor ve kendisini son derece destekliyordu.
I. Elizabeth, ülkeyi uzun yıllar tek başına yönettikten sonra, 1603 yılında hayatını kaybetti. Kraliçesini içtenlikle seven halk, öldüğünde Londra sokaklarını kraliçenin yasını tutmak için doldurdular. Ve I. Elizabeth’in hüküm sürdüğü dönem tarih kitaplarında “Altın Çağ” olarak yerini aldı.
Bölümün başında, ‘’Kraliçe Elizabeth’’ denildiğinde sıklıkla şu an hüküm sürmekte olan II. Elizabeth ile karıştırıldığını söylemiştim. Tam da bu noktada, II. Elizabeth 1953 yılında tahta çıkarken dönemin Britanya Başbakanı Winston Churchill’in konuşmasına atıf yapmak istiyorum.
Kendisi yeni kraliçenin tahta çıkışını halka duyururken şu sözleri sarf ediyor; ‘’Kraliçelerimizin saltanatları her zaman ses getirmiştir. Tarihimizin en yüce dönemleri, onların hükmü altında gerçekleşmiştir. Kraliçe II. Elizabeth, adaşı Kraliçe I. Elizabeth gibi, çocukluğunu geçirirken tahta çıkmayı hayal etmemiştir. Bu yeni Elizabeth dönemi, insanoğlunun kesin bir şekilde felaketin kıyısında durduğu bir zamana denk gelmiştir. Gençliği Victoria döneminin heybetli, rakipsiz ve huzurlu zaferleriyle geçen ben, bu duaya ve marşa tekrar can vererek kendimi coşku içinde bulabilirim. Tanrı Kraliçe’yi korusun!’’
Evet, beni dinlediğiniz için çok teşekkür ediyorum. Bu bölümün ‘’Kadından lider olmaz!’’, ‘’Erkek adamın erkek çocuğu olur.’’ gibi çağdışı söylemleri hala günümüze taşıyanlara bir nebze ders olabileceğini umut ediyorum. Güçlerine, siyaset yapış şekillerine ve refah düzeylerine sürekli imrendiğiniz toplumların o düzeyde olmalarının en büyük sebeplerinden biri bu çağdışı söylemleri bizden 400 yıl önce geride bırakmaları olabilir mi? Bunu bir düşünmenizi tavsiye ederim.
Bir sonraki bölümde görüşmek üzere!''
Alternatif Dinleme Linkleri
Google Podcasts: https://bit.ly/3duqJzZ
SoundCloud: https://bit.ly/3j4JKdw
PodcastAddict: https://bit.ly/3j3yRJ3
YORUM YAPILMAMIŞ
YORUMUNUZU GÖNDERİN